Bu Blogda Ara

18 Eylül 2010 Cumartesi

FTK'02 en içten duygularımla:))



Herkese merhaba,

Çok değişik, heyecanlı, yorucu, mutlu, verimli bir süreçten sesleniyorum sana ey okuyucu. Dilerim duygularımı anlatmaya kelimelerim yetecek.

13 Eylül'de FikirSizler yeni sezonun kurdelasını kesti ve daha bismillah demeden bir başladık ki çalışmaya aman yareppim. Günlerdir dolu dolu, hakikaten verimli, bir o kadar zevkli, üstelik de kendi ofisimizde harika bir kamp geçiriyoruz.

Bu yoğunluk bir yana benim heyecanım ve motivasyonumun en büyük sebebi koordinatörü olduğum ana projemizin başvurularına başlamamız oldu. "Fikir Toplama Kampı '02. " Hakikaten ciddi emek, ciddi enerji, ciddi bir çalışmanın sonucu Bahçeşehir Üniversitesi, CO-OP gibi önemli sponsorların desteğinde 29-30-31 Ekim, 6-7 Kasım tarihlerinde projemizi en iyi şekide hayata geçireceğiz. Proje takımları, beyin fırtınaları, eğlenceli aktiviteler, sunumlar, birebir ve genel eğitimler derken dopdolu bir kamp bizi bekliyor. Birbirinden değerli eğitimcilerimizden projelerimiz hakkında ve proje yazma, girişimcilik, kişisel marka konularında eğitim alacak olma fikri bile heyecanımın artmasında çok etkili.

Bu süreçte kampın tanıtımı hakkında birçok içerik hazırladım; ama en duru ifadeyle, en samimi duygularımı aktardığım yazı bu oldu sanırım. Biz FikirSizler olarak geleceğin dünyaca tanınmış MARKA projelerini hayata geçireceğimize inanmıyoruz, iman ediyoruz:) Bu motivasyonla ve bu vizyona uygun olarak hakikaten üretme, geliştirme ve hayata geçirme odaklı arkadaşlarımızın hedefimize ortak, düşlerimiz düş katan olmaları için başvurularını bekliyoruz. Eğer üniversite hayatınızda vizyonunuzun ummadığınız yerlere ulaşmasını istiyor, eğlenceli bir o kadar da ciddi bir ekiple delice çalışmaya hazırsanız http://fikirtoplamakampi.com/index/giris bu adresin kapısını çalın efendim:)

3 Eylül 2010 Cuma

ay fakiri


hiç bu kadar az gelmemişti sözcükler, bu kadar cesaretsiz yanmamıştı ateş böceklerim. içime iliştirdiğim bir sızısın hala demeyi bile isterdim. oysa ben her hüznü mandallayıp kurumaya bıraktım söz pınarlarımı. sonra bir daha hiç dönmedim hüznün şehrine. uzaklaşmanın uzaklaşmak olduğunu sanma ahmaklığını gösterip, gelin arabalarının arkalarına takılan kavonozlar gibi peşimden geleceğini bilmedim geridekimin.

hala susmak istediğim için susmuyorum, gerçekten kelimesizliğin esaretinde çekiyorum küreğimi. bir kuru peksimetle mutlanan midem, diğer kürek mahkumlarını göremeyen gözümün ıssızlığından bağımsız açlık çekmede. yüreğimin öyle peksimetlere karnı tok ve gerçek tada ölesiye aç. bu gemi nereye gidiyor?

ben tarihin arka sokaklarında kulaktan dolma hislerimle arıyorum bir tebdil gezen şehzadeyi. hep o can şehzade sandığım sarhoşlar, dilenciler, seyyar satıcılar gerçekten sarhoş, dilenci , seyyar satıcı çıkınca bir kez daha yanılmanın tırnaklarını yiyorum sinirden.

sen sinir dedim diye sinir sandın ya, aslında doğru söylemeyecek kadar gururlu davranıyorum kendime. lanet bi acı işte beynimde.

bulamadığım her gün bir mum söndürüyorum içimde en sonunda gerçek karanlığa mahkum olayım diye. Ah akıllı okuyucu, bilsen insanoğlunun bu halde bile yaptığı kurnazlığı. ben biliyorum karanlık çökmeden ay'dınlığa ulaşamayacağımı.

ben şimdi bugünün arka sokaklarında kulaktan dolma bi karanlıkla zifiri olana dek bekliyorum seni. tebdil gezmekten vazgeçip kendin olabileceğine inandığında al gözlerini gel. ama sen gelene kadar;

aycı hadi şu bakır aydınlığından bir ay koy da içelim.

5 Ağustos 2010 Perşembe

sana sövüyorum.


yine yazma isteğiyle; ama konu başlığı belirlemeden başladım yazmaya. karnaval yalnızlıklarından bahsetmek gerekir belki. Belki de çocukların masumiyetinden. Onları sevmeyenleri anlayamamaktan. Anlayışımı kaybettiğimden ve beni anlamanı istediğimden.

sessizliğin adını anıt gibi iliştirdiğimden beri dudağımın kenarına ne zaman ağzımı açsam bu sanat eserine zarar verme korkusuyla elime yüzüme bulaştırdığımdan cümleleri.

sıcağın köründe bastıran yağmurun hangi yaraya merhem olacağını düşünmekten de bahsedebilirim. bu aralar pek iyi şeylerden bahsetmiyorum diye mi bilmem hayallerden dem vurmak yerinde olabilir. bir türlü yurtdışına çıkamamaktan belki.

zararlı alışkanlıklardan değil ama alışkanlıkların zararlarına sövebilirim. yağmurun hızlandığından ve komiklikten ne anladığımdan.

kiraz ağacını bu yıl çiçekleriyle göremedim diye bi' yaş daha büyümekten. hemen her yazıda büyümekten bahis açmanın tehlikeli olmaya başladığından ve korkuları bu kadar umuma açmanın dürüstlük mü patavatsızlık mı olduğundan? hazır umuma açmışken küçük korkuları ve büyük korkuları ayrı tutmak üzere, bunu ücrete tabi tutmanın iyi bir girişimcilik olacağından:) bunun cenneti satın almak gibi kutsal şeyleri ticarileştirme gibi ucuzlaştıracağından. ama korkularının ucuzlamasının bi sakıncası olmadığından.

günün bu saatinde her şeyi anlatabilirim sana da bir tek, bir tek neden dokunulmazlıkları kaldırmadığımı anlatamam. bir tespitim daha var yemeklerle ilgili." acının iştahı arttırdığını öğrendiğinden beri yaşamaya iştahı artsın diye acı çekiyor insanoğlu." ihtimal o ki iştahla yaşamaya cesareti olmayanlar kaldıramaz dokunulmazlıkları ya da bu iki cümlenin birbiriyle ilgisi yoktur sevgili okuyucu. her şeyin bu kadar belkilerle ve ihtimallerle dolu olduğu bugünde sana belki sevgilerimi iletirim belki sövgülerimi. Çünkü insanın altbaşlığının altını çizmek istiyorumdur bunu yaparken. ya söversin ya sever. seni seviyorum'u duymuşsundur da sana sövüyorum'u hiç sanmıyorum. ama ben seni hep seviyorum.


29 Temmuz 2010 Perşembe

hikaye(cik)


yarım bırakılan yemeğin arkadan ağladığını öğrendiğinden beri her yarım bırakıldığında gidenin ardından ağlıyor insan oğlu..

her şey aklıma gelirdi de ....... aklıma gelmezdi dediğinde de anlıyor annesini.

gün geliyor sarmaşıklar da bitiyor hikayeler de.

azalıyorsun.

bir de yürüyorsun bu sıcakta çoğu zaman, bazen yalnız yürüdüğünü düşüne düşüne.

ağlarım aklıma geldikçe gülüştüklerimiz der bi' de şair.

birlikte yürüyelim mi?

kaç biten hikayen var diye sordum saymaya başladı. belli ki yaşamıştı.

bi de tercihler var tabi.

ama başlayan şarkısı olmamış hiç, hep dinlemiş hep dinlemiş.

şemsiye bir tercihtir.

her şey aklıma gelirdi de bu sıcakta şemsiyeyle yalnız yürüdüğümü düşüne düşüne gülüştüklerimize ağlayacağım gelmezdi piyale.




21 Temmuz 2010 Çarşamba

noktalı düşmeler.


ne zaman düştüğümüzü hissederiz, insanlar güldüğünde, biz de durumu toparlamak için halimize güldüğümüzde mi.
ağladığımızda mı yoksa, yoksa ,istesek de ağlayamadığımızda mı.
gelse ya da gel dese diye bekleyip de ne geldiğinde ne de gidemediğimizde mi.
son defa.. son bikere daha.. arkamıza bile bakamadığımızda mı.
ya da gözümüz arkada deniz aşırı bir kentte, bir kentin sabahlarında.. akşamlarında kaldığında mı..
hem sılada hem gurbette gibi, hem cennette hem de cehennemde gibi, aslında hiçbir yerde gibi arafta kaldığımızda mı.
gemileri yakıp da küllerine yandığımızda mı.
kamu alanlarında sıra bekler gibi, bekler gibi bir türlü bağlanmayan operatörünü sevgilerin.. beklemeye almış, beklemeye alınmış, can'a alınmışlıklarda mı.

küçük harfle başlayan ve noktayla biten sorular soruyorsak usul usul büyüyoruzdur belki de. belki de artık şarkılar azalır. ışıklar küser. daha uzağa gitmek, gidenleri izlemek değiştirmez içi. neyse ismini vermek istemeyen izleyici, kısın televizyonunuzun sesini. o zaman sesinizi duyurmak kolaylaşır belki.

29 Haziran 2010 Salı

SAmimİ (:



felsefem: öyle bir hayat yaşamalı ki "gülerek" ölürken "iyi ki yaşadım" Allah'ım demeliyim.

hayat: öğreniyoruz onu da an be an. birgün hayatla ilgili nasreddin hoca olabilirim umarım. hayatın doğrularını, yanlışlarını anlayıp mizah süzgecinden geçirmiş, eğlenceli yaşlı bir teyze olmaya evet diyoooor.

çocukluk: misketlerde, balonlarda, uçurtmalarda ve içimde bulduğum, böö! deyince kaybetmekten en çok korktuğum şey. masumiyetimiz oluyor o bizim sahip çıkalım çocukluğumuza:P

güneş: kendinin farkında olmadığını düşünüyorum potansiyelinin. bazen çok yakıcı oluyor, bazen kapanıyor içine göstermiyor kendini, bilse dünyanın ve bütün gezegenlerin onun etrafında döndüğünü kavurmazdı kendini böyle çıldırasıya. insan gibi o da. insan bilseydi ben'i, yakmazdı kendini.

gözler: öptü beni/ bunlar kainat gibi dudaklardır dedi/
bu ıtır senin icadın değil/ saçlarımdan dökülen bahardır dedi/
ister gökyüzünde seyret ister GÖZLERİMDE/
körler görmese de "yıldızlar" vardır dedi.

yıldızlar: GÖZLER. ay nerde doğsa oradaydık/dallarda zerdali çiçekleri. ay nerde doğsa oradalar, sanki ayın gözyaşlarılar. bir de yıldızlara baktırdım fallarda çıkmıyorsun seni görmem imkansız imkansız imkansız rüyalarım olmasa der Zeki Müren. Bazen gözyaşı olasım geliyor ya da gecenin gözyaşlarını silesim:)

güzellik: gözalıcı bi güzelliğin var, kapa yüreğinin perdelerini demeli buna. güzellik O'nun yansımalarıdır, güzelliğe bakan gözdür. güzellik masumiyettir, bu yüzden en çok çocuklar güzeldir, yavru kediler, köpekler, tavuklar güzeldir:)

sevgi: nin madde haliyim demek istiyorum demiştim önceki bi yazımda. her şeyin sevmekle başladığını düşünüyorum ve en büyük duam hayat bana herkesi sevmemek gerektiğini öğretmesin.

aşk: ah be..

müzik: Onların, yani sizin hayatınıza
Şarkılar girmiş, şarkısız edemiyorsunuz
Şarkılar yani barış, yani gökyüzü
Yani bazan burun buruna geldiğiniz köşebaşlarında
Sonra usul usul, yavaş yavaş kaybettiğiniz
Yani dost geldi gelecek, sevgili sevdi sevecek
Yani yaşamak adına, güzel düştüğü olan
Şarkılar, yani yanıldığınız... (cemal süreya)

ah şu şarkıların gözü kör olsun.. severim müziği çok pek çok.

dost: yanında sen olduğun, seni sen yapan,onu o yaptığın, çoğaldığın, ömür biçmediğin, menfaat gütmediğin, iyi ki var dediğin...

para: iyi bir şeyler yapmak istiyorsan çok gerekli bir şey, araç.

zaman:mı değil zaman, akan zaman değil mesafelerdir der şair bi nebze haklıdır ama gitme dönmessin dedirten bir şeydir aynı zamanda. su gibi ama sudan tek farkı üstüne yazı yazabiliyorsun. bkz:1453 bkz(uzgörü): 2020

kadınlar: bu listeyi bi erkek hazırlamış dedirten kavram:) kadın bir dipnotudur bi ayrıntı ancak metnin anlaşılması için kaydı gerekli.

savaş: egoların ürünü. bir gün sevgiye adanan bi türküyü bir ağızdan söylediğimizde insan insanı bulacak , el eli, yürek yüreği , çocuk güneşi, yağmur toprağı, dünya barışı bulacak..

ağlamak: ar sayar kimileri ama zehir dışarı akmadan yürek yıkanmıyor.

deniz: mehtabın arkadaşı, seni sormaya meraklılar ikisi. kızkulesi olmasa o kadar anlamlı olmaz belki. bir de insanlar denizin mahremine girmemeli.

ayna: güldüğünde en iyi sonuçları aldığın araç. iyiki her yerde aynalar yok ve görmüyor insanlar kendilerini. yoksa eminim kendini görmekten göremezdi karşısındakini.

hayal: http://fizy.com/#s/1e7p43 çok mükemmel bir şey be(: bazen yanlış sularda avlasan da hayalleri , olsun iyidir iyi.


ben de Merve Karabağlı ve Furkan Argat'ı seçiyorum mimci olarak:P etiketlemeyi bilsem Berat ve Okan gibi mavi yazacak şekilde yapardım bunu ama olsun:) beni böyle de sevin.

3 Haziran 2010 Perşembe

Üff


Umarsız kelimeler koparmak kiraz dalından. Dalına çıktığımda ağacı sallandıran rüzgarın verdiği hem toprağa bağlılığın sağlamlığı, hem de dala bağlanamamanın düşeyazma hissi. Böyle ikircimler arasında gide gele, bakkalın yolunu öğrenmesi çocuğun. Hem korkması hem cesareti. Korku bitince başlayacak olan mavi mavi çoğalan ve dolduran nefesleri, bir dünya hissi. Üfflese dünya bitecek ve bi' üfflese dünya başlayacaktı.

Yarım bırakmamak erdemdi bir dilim ekmekle ve tabakta bırakılması yasak olan yemekle. Sonuna kadar gitmeyi ve sonuçları görmeyi önceleri zorla, sonra iştahla izleyecekti. İzledi. Herkesin payına düşeni kabul edecekti ve hatta bazen fazla incelen düşüncesinden, kendi payını da verecekti. Verdi. Nazar değmesin diye bu adalete,,önce okudu okudu üffledi, sonra da açıp baktı camdan, gördüğü hep önce ben diyen insan suretleriydi . Altmış, yetmiş,çıkmış gitmişti. Adalete değen nazar son bi' üffle çıkıp gidecekti.

Sonu gelmez kuş sesleri ve kirli diz kapaklarıyla çamurdan köfteler yaptığı zamanlar içi götürmezdi minik beyaz ellerindeki kiri. Büyüdükçe küçük kalan minik beyaz yüreğindeki kirleri hele, içi hiç götürmedi. Bu yüzden hep kustu, kustu yüreği, yıkandı ve tertemiz oldu hisleri. Hep çocuk bayramındaymış gibi sınıf süsleme heyecanlıyla renkli balonları üffledi,üffledi ve her nefeste dünyasındaki hacminin arttığını hissetti. Son bi' üffle patlayacak diye korkmasa üffleyecekti.

Kömür yandığı zamanlarda evinde, çorapsız uyuyamamanın gösterdiği sıcak sevgisi. Sıcaklığı her yerde özledi ve istedi. Sıcağa dokununca daha da sevecek diye mi sobaya dokundu da yandı eli? Kimse bilmedi. Geçsin diye yanan tüm yaraları üffledi üffledi. Son bi' üfflese tüm yanmalar geçecekti.

Geleceğe inanıyordu ve hazırlanıyordu güzel elbiselerle ona gitmeye. Biliyordu domino taşlarını titizlikle dizdiğini ve köşe taşlarını hayatının. Tüm değer taşlarını koyup köşelere, dizdi dizdi. 3 saniyelik bir cesarete bakıyordu sonrası. Bi' üfflese teker teker birbirine değecek ve onu en mutlu olduğu geleceğe götüreceklerdi.

Üff...

27 Mayıs 2010 Perşembe

Kabul Günü


Merhaba:) Bugün her şeyi olduğu gibi kabullenme günü. Ayda bir toplanıyoruz böyle, birbirini seven bütün hisler içimde aynı miktarda kabullenme bırakıyor. Kek, börek, tatlı niyetine ikram ettiğimiz bazı his tariflerimiz var ama söylemem tabi. Bu ay kimdeydik günde, düşündüm düşündüm. Bendeydik. Merkezimdeydik. bütün hisler toplandı geldiler, birbirini seven bütün hisler. Sevgiyle kin birarada hiç olmadı mesela onun için söylüyorum ikide bir birbirini sevenler diye. Öyle bir geldiler ki, en özendiğim, en ince ince işlediğim odama aldım onları. Misafir odası değil, belirtmeliyim. Sonra hoşbeş ettik bir güzel, sordum misafirlerden birine. Nasılsın, eşin çoluk çocukların nasıl? diye. İyiymiş hepsi selamları varmış bana. Ya bir garip oldu böyle hepsi birden gelince dağıttılar evimi hayli. Kırıp dökülen eşyalar oldu. Ama yine de çok sevdim hepsini. Tüm kabulleri bırakıp gittiler sonra. Sevgi sevgiye dair, huzur huzura dair,acı acıya dair... böyle hepsi bırakıp kabulleri gittiler. Noldu şimdi, Elimde bir dolu kabul. Neye yatırım yapsam diye düşündüm, düşündüm. Kendime dedim. Kendime yatırım yapayım. Sonra cümleler kurdum tüm kabulleri toplayıp.

hayat seni seviyorum ve kabul ediyorum sunacaklarını bana. Çünkü biliyorum iyiyim ben ve sana karşı hiçbir samimiyetsizlik beslemiyorum cidden. Sende asıl sevginin güzelliğini görerek seviyorum seni ve misafirliğe yolladığın bütün hislerle seviyorum seni. O kadar cümleler ediyorum sana, boşuna değil anla. Bir şeye inanıyor olmalıyım, yalnız bir şeye değil çok şeye. Çizgilere basmadan yürürken senin yollarında gülümseyerek yürüdüğüm yol ve varmak istediğim yer de sensin, belki de benim. İnsanın kendisine varacağını hissettiği kaç hayat var ki.. O yüzden sana varmayı, varamamayı, gitmeyi, yolda kalmayı, sana/bana seninle/benimle koşmayı ya da susmayı, sana, Hayata! susmayı ya da konuşmayı kabul ediyorum. Son sözüm yok sana, çünkü her an sana yeniliyorum,yenileniyorum, yineliyorum. Hayat seni seviyorum:)

10 Mayıs 2010 Pazartesi

İÇ'ten (uahk)


Gülmeyi öğrendiğimi söylemeliyim, çok gülmeyi. Çok sevmeyi öğrendiğimi söylemeliyim insanları. İstisnasız tüm çocukları sever gibi sevdiğimi yetişkinleri. Gidecek yerim olduğunu bilmenizi isterim yıldızlarda insanlar. Ayla dostluğumuzun sadece mehtaplı gecelerde olmadığını da. Ayın yok olduğu zamanlar var ya hani görmediğimiz, işte o zamanlar çoğunlukla birlikte gezmeye gideriz, kitap okur, şarkı söyler, şiir dinleriz.
Sık sık "Bugün hava güzel diye bağırdı adam" deyip durduğumu gördüğünüzde saçmaladığımı düşünmeyiz. (kelimelerle saçmalamayı çok severim ama bu onlardan değil biliniz) Karabulutların olduğu bir günde bile bugün hava güzel diyen adamın hayata dair bir umudu vardır, bugüne, an'a dair umutları. Bugün hava güzeldir demek bugünü sevmeyi gerektirir. Bugünü hakkını vererek yaşamayı, gülümsemeyi gerektirir, hayal kurmayı, mutlu etmeyi gerektirir, sonra sarılmayı sevdiklerine, sevmediğin yoksa benim gibi tüm insanlara, hem de içten sarılmayı. İçten sarılıyorum size insanlar! hem de öyle içten ki, içinizde gördüğüm güzelliği içime alır gibi, sizi yaşar gibi.

Sonra hatalarımı ve geçmişi sevebilmeyi, onları ait olduğu yerde bırakmayı öğrendiğimi de söylemeliyim. Kabul ettiğimi başıma gelen talihsizlikleri. Dünyanın en büyük sırrını öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Herkesin bilmesini istediğimi. "Başıma gelen talihsizlikler" dünyanın en saçma sözüdür. Çünkü insan hayattan ne isterse o başına gelir. Talihsizlikleri çağırmamayı öğrendim en çok. Niyetimi iyi tutmayı öğrendim hayata, olaylara bakışımda. ÖYle çok sevdim ki canımı acıtanları, affetmeyi öğrendim o yüzden. Şimdi başıma gelmesini istediğim şeyleri çağırıyorum aşkla; Dünya'nın en farklı, en yaratıcı düşünen insanlarından olabilirim diyorum, en mutlu insanlarından da olabilirim, hele ki öyle bir hayat yaşarım ki; gülerek ölürken yaşadım Allah'ım! derim.

Şimdilerde gerçeğe ve kendime çok yakın hissediyorum ben'i. Ne istersem başıma geleceğini bildiğim için çok büyük şeyler istiyorum hayattan! Tanımlardan uzaklaştırıyorum kendimi, tüm kalıplardan. Yaratıcılığımı ve hayalgücümü sınırlamaktan Allah'a sığınıyorum ve birgün kimsin? diye soranlara "Sevgi'nin madde haliyim" demek istiyorum. Sonra zaman geliyor soruyorum; peki sen KİMSİN?

8 Mayıs 2010 Cumartesi

KAR (:


Sokak lambasının ışığında aydınlanan bir miktar kar zerresiydi beni kendime getiren. "OHA KAR BAŞLAMIŞ" dedim kendimce tüme vararak.
"1 milyonluk karışık" istesen dondurmacının vereceği bir külah mutluluktan fazlasıydı ama güneşin kıskanarak erittiği o zevkin avucunda yarattığı ıslaklıktı da. Hem belki de o saniyede sadece görebildiğim kadar kar vardı koca gökyüzünde, yani sadece lambanın önündekiler. Neden heycanlandım ki? Olamaz mı? Sadece belli bir noktaya kar yağsa, tüm şehri mundar etmek zorunda bırakmasa? Zaten akşamları kar dediğimiz olay sokak lambasının aydınlattığı konik alandan geçen küçük gölgeler değil midir? Habitatımızı kastederek "kar yağıyor" demek, haddimizi aşıp parçadan bütüne gittiğimiz bir çıkarımdır öyleyse.
Peki neydi beni bu ikileme düşüren? Kardan korkmak...? Fiziksel ve sosyo-ekonomik etkilerinden,aslında bana onu hatırlatıyor olmasından. İşte hem sevmek hem de korkmak. Sonuçlarını bile bile umarsızca istemek, tekel ürünleri gibi iç çatışmaya sokmak bilinci. Saplanıp kalmak, tuzlanılmaya layık görülmeyen sokaklarda. Kaymak bir de, çocukların yokuşta poşet ile kaydığı gibi değil, ölümüne kaymak hayattan. Belediyenin sağlamış olduğu ulaşım hizmeti sponsorluğunda ya da okulun mermer merdivenlerinde ayağındaki "marka" klasmanına girmeyen yazlık-kışlık kundura ile kulağına karı ezen bot sesleri gelirken. Sonra bir de soğuk var; maliyet-verim hesabını içgüdüsel hesaplayan apartman yöneticisine binaen ısı miktarını reel olarak hissetmek var, "q m c delta-t" yi kullanmadan.
Yağsın ama her şeye rağmen. Belki umudu olan çocuklar vardır. Tüm gece pencereden dua ederek karı izleyen, yatarken yarın okulların tatil olma ihtimalini düşleyen.
Yine baktım da pencereden lapa lapa yağıyor gibi hiç beni sallamayarak. Soğuk ama bir o kadar da güzel yav.

Bloguma misafir gelmiş;

Emre Güneş

7 Nisan 2010 Çarşamba

Nisan Git Başımdan (:


Kelimeler divan şiirinde olduğu gibi vuku bulsun istiyorum şu an kulağımdaki müzikle. Neyle udun birbiriyle yarışmadığı, birbirinden bağımsız olmadığı, yakınlaştığı ama bir olmadığı garip, huzur verici bir müzik. İnanılmaz güzel, yüreğin tellerine dokunuyor, yetmiyor nefes oluyor.

Parçalı bulutlu ruh haline sahipken, meteoroloji uzmanları yağış beklemediklerini sözlüyor anahaber bültenlerinde. Zira güneşe hasret bünyenin, yüzünün ta içine, içinin ta içine işleyen güneşe gözlerini kapayıp gülümseyerek bakmasıydı hayat (ki nerde güneş görsem, böyle hoşbeşlerimiz olur ) Biz de hayatın barış yüzü olmaya karar verdik vereli a dostlar, yağmuru doğanın bulutuna bırakmıştık da gülüvermiş, gül'üvermiştik.

Ah saadet diyorduk sizi de görünce. Sahi siz kimdiniz? Sizinle ilgili bazı düş'üncelere sahibiz. Birgün düşünüze gireceğiz belki ya da "daha önceleri nerelerdeydiniz?" Bir bahar akşamı rastlaştığımız Siz misiniz yoksa. Yoksa baharı getiren misiniz, yoksa hiç gelmeyecek de bizi buralarda düçar mı edeceksiniz.

Ah bahar.. insan kelimesi unutan demekmiş ya, Tanrı'ya verdiği sözü unutup da dünyaya gark olan. Nisan kelimesi de unutturan olsun isterim. Bahar Nisan'ına söyle gitsin başımdan. (Aysel, git başımdan/ seni seviyorum)* Öyle unutturmalara gelemeyiz, bizi bu güzel havalar mahvetsin istemeyiz. Ya siz efendim, siz de baharın nisanına kızgın, lalelere dargın, gözlerinizi mi süzmektesiniz.

Ah işte.. :) Ahlar birincisi de oldum bugünlerde. Vizeler yaklaşıyor olabilir, tembellik ekip stres biçmiş olabiliriz de. Ama laleri, bahar dallarındaki çiçekleri, güneşi, İstanbul'lu sevmeleri görmeyecek, gitsin istesek de başımızdan, seni seviyorum dediğimiz Nisan'ı yok sayacak, yok yok, hiç değiliz. Sorumluluklar, güneşi, kuşları, çocukları ve sevmeleri görmeyi engelleyecekse biz başka umutlara gideriz, buyrun efendim siz de geliniz. :)

*Atilla İlhan/ Aysel Git Başımdan

“Ayıttı ol peri bir gün düşüne girüren bir şeb
Sevincimden nice yıllar geçipdür görmedim uyku”

O periler güzeli bir gece düşüne gireceğim diye söz verdi
Sevincimden nice yıllar geçti gözüme uyku girmedi :)

21 Mart 2010 Pazar

Köpüklü Türk Tekerlemesi


Üşüdüm, üşüdüm, daldan elma düşürdüm.. 3 tane düştü, 3'ü de 'düş'tü. Birini insana ayırdım, gerçek olana, gerçek olan insanlara hani, bilen, tanıyan, anlayan kendini.
Birini sevmelere ayırdım, gülmeli, güldürmeli, el üstünde kaydırmalı, pürüzsüz ve özlenen sevmelere.
Sonuncusunu da kuşlara verdim, yediler mi bilmiyorum ama vapurdaydık belki, yanımda 9 kişi. 9 kişi 9 kuşa toplam "81" yudumluk "1" elma.
Son elmanın çekirdeklerini kendime ayırdım, ektim bereketli topraklarıma. Gün gelir, ağaç olur, birileri üşür, elma düşürür, 3'ü de düştür, ben de 'döş'ünde gördüğü düşümdür ve benim payıma da bir elmacık düşürür diye.

Portakalı soydum, başucuma koydum, ben bir yalan uydurdum, duma duma dum.. Mutlu olmak yoktur hiçbir yaşam becerisinde diyordum. Yalanımı buldum, kırmızı mum. Mutsuz olmak hiçbir cumhuriyette demokrasi varsa halklar için, referandum konusu değilmiş, buldum. Mutlu olmak, mutlu olmakmış ve o periler ülkesinde mutlu insanlar yaşarmış. Develer tellal, pireler berber iken, eğer masallara inanırsan hayallerin olurmuş ve hayaller gerçeğin yakamozuymuş, küçük kız büyürken unutmuş bunu ve büyüyünce duymuş. Unuttum, duydumadumadum.

Minimini bir kuş donmuştu, penreceme konmuştu, aldım onu içeriye, cikcikcikcik ötsün diye..
Don'muştu. minicik bir kuştu. Kimin penceresine konduysa almadılar içeriye, o yüzden görmediler pır pır ederken canlandığını ve ellerinin nasıl boş kaldığını. Tekerleme hüzün verme. Gelen mini mini bir sevginin ısınınca gideceğini ve ellerinin bomboş kalacağını hissettirme dedim, dinlemedi, yine de canlandı, yine de ellerim bak boş kaldı.

Ooo piti piti, karamela sepeti, terazi lastik, 'c'imnastik, biz size geldik bitlendik, hamama gittik temizlendik, son dersimiz matematik.. Karamela sepetindeydik, size gelince en fazla bit'lenirdik. Hamama gider temizlenirdik. Şimdi Bit'meler , bit'irmelerde temizlemeye çalışıyoruz insan oluşumuzu. Bilseydik en fazla bitlenmeyi, başlardık bit'meyen sevgilere ve biterdi tüm hüzünler umut bit'meyen toprak sahiplerinde..


" Köpüklü Kahve Yapma birincisi olduğum ilk günde istemeye geldi kelimeler tekerlemeleri, köpüklerini içirip gönderdim. Bir daha da gelmeyin, benim size verecek düş'üm yok dedim. (: umuma açık hisler köşesinde sevdiğim en köpüklü tekerlemeleri kağıttan yelken yapıp size gönderdim. Kıyılarınızda uçurtma uçuran çocuklar varsa hâlâ, altı köşesine de tutunup buraya gelin. En köpüklü Türk kahvesi ikram edilir, çocuk düşlerini istemesseniz ev sahibinden kahvenizi içip, güldürüp mehebbeti ayışığında, sevgiyle "güle güle" gidin.

4 Şubat 2010 Perşembe

tavukların ülkesi


gitmesin. istediğimiz hayatlara ilişelim, tutunduğumuz hiçbir hayat bitmesin. hayat bilgisi, dil bilgisi, din kültürü ve ahlak bilgisi, fen bilgisi.. hayat gibi, tutunduğumuz bilgiler de bizim olmayanlar gibi.." hiçbir bilginin sahibi olamayışımız bilgisi" hayatın özeti.
bu bilgilere sahip olamaya olamaya; ama onlara tutunmaya çalışa çalışa, perde arkasından ezile ezile büyüsün çocuklarımız. bu çocukların damarlarındaki asil kana kim tükürüyor bunu da görmeyelim. tavuklarla birlikte büyüyen bir kartal yavrusunun kendini tavuk sanması ve uçamadan ölmesi gibi tüm sözüm ona tavuklarımız "uçma bilgisi" görmedikleri için eşelensin dursunlar etrafta. bir kerecik denemeden kanat çırpmayı, kim olduklarının farkına varamadan yaşasın gitsin Türkiye'nin genci. hepimize yazık olsun, sonra da bize yazık edenlere yazıklar olsun.
ezik genç. ezik. ezik. "sensin! benim! o!" sindirildin, sindirildik! konuşamassın toplum içinde, ayıplarlar.hiçbir cümlenin sonu ünlemle bitemez, en iyi ihtimal üç nokta koyarlar. sen küçüksün daha düşünemessin. "fikir" sahibi olmak mı haşa. sen otur "bilgilerini" öğren. ne deniyorsa evet de ki kimse düşündüğünü farketmesin. farkederlerse sobelenirsin. sonrasını biliyorsun zaten. oynadın çok kez, ebe olma sırası sana gelir, bu kez düşüneni sen sobelersin. arada çömlek patlatanlar olur, onları da afiyetle yersin.
kendini ifade etmek mi, okumak mı istediğini. bunları yapsan bile bilmessin diğerini dinlemeyi,diğerinin okuduğuna saygı göstermeyi; çünkü kimse öğretmedi sana fikirlerin birarada yaşayabileceğini. milletin vekili olur gider mecliste yumruğu yersin. hayat da böyle anlam kazanır, unutma yumruk alışverişlerinin en kapitalistisin.
sen yaşa ezik, saygısız, "bilgili" Türk genci, sen çok yaşa.. yaşam bilgisi ver yaşını alınca. birgün konuşmak isteyen olursa susmanın bilgisini öğret, uçamamanın, tavukluğun bilgisini öğret, bir kez bile kanat çırpmaması gerektiğini öğret ki gökyüzü sivrisineklere kalsın. sivrisinekler ve tavukların ülkesi sevgili ülkemde sıtmalar, kuş gripleri cirit atsın.

15 Ocak 2010 Cuma



FikirSizler FİKİR TOPLAMA KAMPI’NDA…
Üniversiteli genç! Ordasın ve "bir şeyler yapmak!" istiyorsun, biliyoruz. Çünkü tam da senin olduğun yerden "bir şeyler yapmanın" altını doldurmaya geldik, hoşgeldik, Fikir'ler getirdik.


Projen varsa gelme! : Müthiş bir projen var,yazılmış ve hayata geçirmeye hazır.. Belli bir sektöre, belli bir sürü proje yarışmalarının olduğu mercilere hitap ediyor. O zaman gitmen gereken yer "şimdilik" oralar. Sana bu çetin yolda kolaylıklar diliyoruz! AMA belli bir "proje" fikrin yoksa da projeler yazmaya, hayal kurarken uçmaya, üretmeye yani bir şeyler yapmaya hazırsan hemen gel!


Proje takımları kuralım----> fikir üretelim---> harika projelere dönüştürelim----> projeler üzerinden sıra dışı eğitimcilerden eğitim alalım----> projemizi hayata geçirip fark edelim, fark ettirelim..Peki biz kimiz? FikirSizler. Kendine fikirsiz deyip fikir üretmeyi, üreten gençlik olmayı, projeleriyle üniversite gençleriyle “Biz de varız” dedirtecek projeler çıkarmayı hayal eden, hedef edinen proje takımıyız. Birçok üniversite öğrencisinden oluşan, İstanbul’da hemen her üniversitede temsilcileri olan takımımızla FTK’01 kadar uzağındayız.


Fikir Toplama Kampı "Üreten bir gençlik, üretken bir Türkiye" hayaliyle ortaya çıkmış bir fikirdir. Eğer sen de bizimle aynı hayali paylaşıyorsan;

26 şubat’10(17.00-20.00) ----> Tanışıp kaynaşmak için “Gelişim Platformu Derneği”27, 28 şubat’10(09.00-17.00)---> Proje üretmek için “Tarih ve Kültür Araştırmaları Derneği”6, 7 Mart’10(09.00-17.00)---> Proje sunup eğitim almak için “Okull İstanbul”dagörüşmek üzere!
Fikrin ayrıntısı ve Başvuru için --- http://www.fikirtoplamakampi.com/

12 Ocak 2010 Salı

kuşgecesi



günlerdir blog girmiyorum diye düşünüp duruyordum ama bu gece tam da bu gece bunu yazmalıyım diyeceğim bir şey oldu. odamda çıt çıkmaz halde ders calısırken kuş sesleri çığlık çığlığa dışardan... hayırdır inşallah hayırdır inşallah deyip camdan bi baktım ki aman yarabbi. dünyanın en güzel şehrinde en güzel manzara penceremi tıklatmış onu göreyim diye. onlarca kuş belki yüzlerce. gecenin karasında bembeyaz kuşlar hata beyaz değil böyle yıldız gibiler parlak. düşünün hele bi uçtuklarını hızlıca yıldız gibi. hayal gibi resmen.. kuşların yıldız olma hayali benim gerçeğimi hayal yapan. insan anlarda vardır ve anları yaşar ya o anı dondurdum pencereden gelen soğuk havayla ve ortak ettim karşı evin komşusunu mutluluğuma. iiki varsın penceresi istanbula açılan odam iiki varsın gecekuşlargecekuşlarıkuşgecesi...