Bu Blogda Ara

3 Eylül 2010 Cuma

ay fakiri


hiç bu kadar az gelmemişti sözcükler, bu kadar cesaretsiz yanmamıştı ateş böceklerim. içime iliştirdiğim bir sızısın hala demeyi bile isterdim. oysa ben her hüznü mandallayıp kurumaya bıraktım söz pınarlarımı. sonra bir daha hiç dönmedim hüznün şehrine. uzaklaşmanın uzaklaşmak olduğunu sanma ahmaklığını gösterip, gelin arabalarının arkalarına takılan kavonozlar gibi peşimden geleceğini bilmedim geridekimin.

hala susmak istediğim için susmuyorum, gerçekten kelimesizliğin esaretinde çekiyorum küreğimi. bir kuru peksimetle mutlanan midem, diğer kürek mahkumlarını göremeyen gözümün ıssızlığından bağımsız açlık çekmede. yüreğimin öyle peksimetlere karnı tok ve gerçek tada ölesiye aç. bu gemi nereye gidiyor?

ben tarihin arka sokaklarında kulaktan dolma hislerimle arıyorum bir tebdil gezen şehzadeyi. hep o can şehzade sandığım sarhoşlar, dilenciler, seyyar satıcılar gerçekten sarhoş, dilenci , seyyar satıcı çıkınca bir kez daha yanılmanın tırnaklarını yiyorum sinirden.

sen sinir dedim diye sinir sandın ya, aslında doğru söylemeyecek kadar gururlu davranıyorum kendime. lanet bi acı işte beynimde.

bulamadığım her gün bir mum söndürüyorum içimde en sonunda gerçek karanlığa mahkum olayım diye. Ah akıllı okuyucu, bilsen insanoğlunun bu halde bile yaptığı kurnazlığı. ben biliyorum karanlık çökmeden ay'dınlığa ulaşamayacağımı.

ben şimdi bugünün arka sokaklarında kulaktan dolma bi karanlıkla zifiri olana dek bekliyorum seni. tebdil gezmekten vazgeçip kendin olabileceğine inandığında al gözlerini gel. ama sen gelene kadar;

aycı hadi şu bakır aydınlığından bir ay koy da içelim.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder